Irak ve Kıbrıs ile ilgili Avrasya

Irak ve Kıbrıs ile ilgili Avrasya

Sayın meslektaşlarım! Bu yüksek Toplantıya konuşmacı olarak davet ettiğiniz için teşekkür ederim. Bizi davet eden şahıslara teşekkür ederim ve Türk topraklarında bulunarak hazırlamış olduğum konuşmayı sunduğum için çok mutluyum.

Irak ve Kıbrıs ile ilgili Avrasya konumunu algılamak için öncelikle “Avrasyalılık”, “Avrasya”, “Avrasya süreci”, “Avrasya projesi”nin ne olduğunu izah etmek gereklidir.

Avrasyalılık, 20’li yıllarda Rus mülteciler arasında oluşan dünya görüşü, siyasi felsefe ve stratejik yaklaşımdır. İşte o dönemde “Avrasyalılık” terimi doğmuştur. Trubitskoy, Savitskiy, Alekseev, Suvçinsky gibi Rus filozofları bu dünya görüşünün temelini oluşturdular. Avrasyalılık Rusya tarihini, İslav’ların yanı sıra Türk’lerin işi olarak algılamaktadır. “Avrasyalılık” ile ilgili ayrıntılı çalışma, “Naslediye Çingizhana” (Cengizhan’ın mirası) adlı kitaptır.

Başlangıç “Avrasyalılık” Rus siyasi düşüncesinde pek az rastlanan “Türkofellik” özelliğini taşıyordu. Avrasyalılar, Rusya ve Türk imparatorluğu, Ataman imparatorluğu başta olmak üzere diğer büyük Avrasya imparatorluklarının sadece bir ülke değil, hem Doğu ve  hem de Batı’dan farklı bir uygarlık olduğunu savundular. Avrasya klasiklerinin temel fikri, İslav ve Türk halklarının sadece Batı’dan değil, bunun yanı sıra diğer doğu, Asya devletlerinden gelen baskıya karşı ortak platform, ortak strateji projesi geliştirmesi gerektiği idi. 80’li yılların ortasında biz, bu kopmuş geleneği canlandırdık ve Rusya’da gittikçe  büyük güç oluşturan, birçok ileri görüşlü insanlar, aydın, hükümetin desteğini alan “Neoavrasya” hareketini oluşturduk. Cumhurbaşkanı Putin daha 4 yıl öncesinde ilk dönem için seçilmesinin akabinde “Rusya-Avrasya ülkesi” diye ilan etmiştir. Bu kavramı algılayabilen için bu çok ciddi itiraftır, bu Rusya’nın Batı (ABD, NATO, Avrupa) ve Asya, Doğu ile arasındaki strateji, diplomasi, ekonomi hususlarında kendi  yolunun arayışlarına girişeceği, yani küreselleşme ve çeşitli uygarlıkların baskısına karşı kendi özdeşliliğini, kendi özgünlüğünü koruyacaktır demekti. Bu “neoavrasya” projesi, Rusya, ayrıca diğer komşu devletler için yeni yüzyıldaki yeni strateji haritasının sınırlarını çiziyor. Burada söz konusu, içinde bulunduğumuz şartlar çerçevesinde stratejik, siyasi, ekonomik ve askeri bloklar oluşturmak suretiyle kendi egemenliğimizi korumaktır. Hiçbir çağdaş devlet, hatta Rusya veya Fransa, Almanya gibi büyük devletler bile küreselleşme koşullarında egemenliklerini koruyamayacaklardır. Ulusal devletlerin “egemenliklerini bozma” süreci mevcuttur. Buna yanıt olarak, Avrasya stratejisi bakımından egemenliğimizi ancak   birkaç büyük ve güçlü stratejik, ekonomik, uygar bloklar oluşturarak koruyabiliriz. Rusya’nın meyilli olduğu çok kutuplu dünya, mevcut olan devlet ve kaldı ki halklardan oluşamayacağı söz konusudur. Kutuplar sayısı sınırlandırılmalıdır. Elbette çok kutuplu dünya, Amerikan projesinden farklı olarak birden fazla kutup, “soğuk” savaş dönemindeki stratejik durumdan farklı olarak ikiden fazla kutup barındırmalı, fakat sınırsız olmayan bu kutup sayısı real olarak mümkündür. İşte, ekonomik, uygar, siyasi, kültürel ve stratejik teminatı olan real çok kutupluluk inşa stratejisini savunan, gittikçe Rus yönetiminin güvenini kazanan Avrasya yaklaşımı budur. Bir süre önce, “Jeopolitik temelleri” adlı kitabımın  Türkiye’de  tercümesini yayınlanmasından önce, uluslar arası olayları takip eden ben ve meslektaşlarım Türkiye’deki Avrasya yaklaşımlarını daha çok fark etmeye başladık, Türkiye’de “Avrasya”, “Avrasyalılık” kelimeleri sıkça duyulmaya başladı. Ve bu analizin derinlerine indiğimizde Türkiye’nin de tıpkı Rusya gibi benzer konumda olduğunu gördük. Türkiye, egemenliği küreselleşme sürecinin tehdidi ile karşı karşıya. Kendi çıkarları, ulusal ve jeopolitik amaçları, otonom stratejisi ile güçlü devlet olan egemen Türkiye’ye tek kutuplu dünya yapısında  yer yoktur. Aynı şekilde tek kutuplu dünyada tek ve bütün Rusya’ya da yer yoktur.

“Velikaya şahmatnaya doska” (Büyük satranç tahtası) başlıklı kitabında Atlantik jeopolitik uzmanı, global dünyada Rusya için hazırlanmış geleceği tarif etmiştir. Bu gelecek, Rusya’nın birkaç jeopolitik bakımdan zayıf parçalara bölmeyi öngörüyor. Benzer kader Türkiye için de hazırlanmıştır. Bütün, egemen, güçlü Türkiye’ye global dünyada yer yoktur. Aynısı Rusya için de geçerlidir. Rusya gibi Türkiye de iki uygarlığa aittir : Avrupa ve Asya’da bulunmaktadır. Birçok husus Türkiye’yi Avrupa ile, fakat kültürel, dil, tarihi özellikler Asya ile yakınlaştırıyor. 

Böylece hem Türkiye ve hem de Rusya Avrasya konumunda 21. yüzyılın gerçeği olan tehdit ve meydan okuma ile karşı karşıyadır. Ve Rusya ve Türkiye’nin bulunduğu benzer stratejik konum yaklaşım beraberliğini talep ediyor, bizi yakınlaşmaya itiyor. Çağdaş dünyada özellikle Rusya ve Türkiye gibi ulusal devletlerin egemenliğini korumak için entegrasyon gücü sarf etmek gerekiyor. Ancak bu durumda her bir ülke egemenliğini muhafaza edebilecektir. Bunu Avrupa Birliği üyeleri çok ili anladılar. Defalarca kanlı savaşlar yürüten (Fransa ve Almanya) geleneksel düşmanlar, Avrupa entegrasyonu çerçevesinde birlikte özgünlüklerini savunuyorlar. Önümüzde yeni bir jeopolitik yapı – tek, bütün Avrupa oluşuyor. Bu birliğin arkasında somut kültürel, uygar ve stratejik güçler vardır. Hem Rusya ve hem de Türkiye, var gücümüzle Avrupa’ya yönelsek de bu sürecin tam anlamında eşit katılımcısı olabileceği tartışılır.

Tüm bu tespitlerden şu sonuç çıkarılır : Rusya ve Türkiye arasında ekonomi, kültürel, stratejik alanları kapsayacak stratejik Avrasya ortaklığı kurulmalı. Entegrasyon blokunun içerisinde güçlerimizi birleştirerek, birbirimize tehdit altında bulunan  egemenliğimizi, ulusal devleti korumaya yardımcı olabiliriz. Somut Avrasya projesinin amacı budur. Bu projeye sadece Rusya ve Türkiye iştirak etmiyor. Bağımsız devletler birliğine ait birçok ülkeler (eski SSCB ülkeleri) Avrasya özelliklerine sahiptir. Bu süreçte Kazakistan büyük rol oynamaktadır. Kazakistan cumhurbaşkanı N.Nazarbaev dostumuzdur ve Avrasya fikri taraftarıdır. Fakat Sovyet dönemi sonrası bölgelerin entegrasyonu Türkiye’nin  aktif, yapıcı ve olumlu katılımı olmadan eksik ve gelişmemiş, kusurlu olacaktır.

Bu yaklaşım (Avrasya felsefesi, Avrasya ideolojisi, Avrasya stratejisi) bir çok özel hatlara sahip, çağdaş dünyanın birçok sorusuna özel yanıtlar veriyor. Bilhassa, Avrasyalılığın özelliklerinden biri, Avrasya felsefesinin halkların hakları teorisi olmasıdır. Küreselleşme işte halklarının bu haklarına meydan okumaktadır. Sadece devletler değil, halklar da bu tek bir dünya devleti, tek bir dünyada lağvedilecektir. Avrasyalılık jeopolitik bileşenleri mevcuttur. Jeopolitik disiplin ve jeopolitik analiz bakımından kara uygarlığı (Avrasya) ile deniz uygarlığı (Atlantizm) arasında derin tezatlıklar vardır. Bu jeopolitik yaklaşım, deniz devletleri, özellikle Anglosakson (ABD ve İngiltere) devletlerinin asırlarca Avrasya devletleri ile (Rusya, Türkiye, Avustra-Macaristan) gezegen mücadelesini yürüttüğü jeopolitik dünya haritasını çizmeyi sağlıyor. Ve bu jeopolitik haritanın nasıl değiştiğine bakacak olursak, çeşitli kabuklar altında kıtaların bu büyük savaşının sürekli olduğunu görürüz. Devletlerin adı, ideoloji değişiyor, fakat kara ile denizin (Atlantizm ve Avrasya) mücadelesi devam ediyor. Ve jeopolitik açıdan hem Rusya ve hem de Türkiye şüphesiz kara devletleri arasında ve Avrasya ülkeleridir. Ancak Avrasyalılığın kötü niyetli düşmanları ve İngiltere’nin, daha sonra Amerika’nın kıtasal müttefikleri kışkırtma konusundaki  olağanüstü yetenekleri sayesinde uygarlıklarımız, ülkelerimiz arasında geçmişte bu kadar ihtilaflar cereyan etmiştir.

Avrasya yaklaşımı, geçmişteki küskünlükleri aşarak, sağlam, stratejik, Avrasya, İslav-Türk veya Türk-İslav ittifakını kurmak için yola çıkmayı amaçlıyor.

Şimdi, böyle Avrasya sistemi Irak ve Kıbrıs sorunlarını nasıl projelendiriyor. Her iki sorunda da Avrasya’ya ait iki devletin (Irak ve Kıbrıs) işlerine üçüncü bir gücün, ABD’nin stratejik iradesine sığınan Avrasya olmayan gücün karıştığını görebiliyoruz. Daha önceden Amerikan emperyalizminden söz edilirdi. Jeopolitiğin konuştuğu dil bakımından bu “Atlantizm”dir. Atlantizmin amacı, önemli Avrasya bölgelerinde barış ve istikrara engel olmak, hem Irak, hem Kıbrıs ve hem de diğer bölgelerdeki (Kafkaslar) Atlantizmin amacı kargaşa yaratmak, bütün ve gelişmiş dünya ittifakları ve iştirakçileri olacak halk ve uygarlıkları, devlet ve kültürleri, ayrıca dinleri  kışkırtmak, bir birine düşürmektir.

Çok kutuplu dünyaya gereksinim olduğunu algılayan ülkeler jeopolitik ortak rolünü üstlenmek istiyorlar (Avrupa, Rusya ve Türkiye) ve Irak krizi sürecinde Amerika’yı kınayarak karşı çıktılar. Bu, Avrasya jeopolitik düşüncenin ilk göstergesiydi. Hem Avrupa, hem Rusya ve hem Türkiye’nin Saddam Hüseyin’e sempati duyduğundan şüphe duymak zordur. Biz, demokratik değerler, sivil toplum taraftarlarıyız, fakat siyasi yönetim, rejim sorunları ait oldukları ülkenin vatandaşları tarafından çözümlenmelidir. Amerika’nın (Anglosakson koalisyonu) Irak’a işgaline destek vermediğini Avrupa, Rusya ve Türkiye gsötermiştir. Elbette ki bu zamandan sonra birçok şey değişti, fakat bu stratejik Avrasya bilinci ve 21.yüzyıldaki büyük devletlerin az veya çok birleşmiş ve koordine edilmiş ortak hareketin ilk göstergesiydi.

Bugün Irak Amerikan ve Atlanta jeopolitik uzmanları tarafından parçalanmaya mahkum ülke olarak değerlendiriliyor. Böyle ülke sıralarında Türkiye de yer almaktadır. Amerikan politologu Samuel Huntington’un “Medeniyetler çatışması” adlı makalesinde Türkiye açıkça “parçalanacak  ‘country’ ülke olarak belirtilmiştir. Diğer jeopolitik uzmanı Brzejinskiy’nin bakış açısına göre Rusya da parçalanması gereken “country”-ülkedir. Parçalanması geren ülke Irak parçalanmaya başlandı, o da “country”. Kaldı ki Irak’ın bölünmesi ve örneğin kuzeyde Kürt devletinin kurulması Türkiye’de jeopolitik dengesizlik doğuracaktır.

Kuzey Kıbrıs sorunu da aynı kapsama alınabilir. Türkiye, kuzey Kıbrıs’ı etki bölgesi olarak muhafaza etmeye çabalıyor. Elbette bu bağımsız stratejisi olan egemen devletin doğal isteğidir. Fakat görüyoruz ki, ABD ajanları bugün hem Türk Kıbrıslıları, hem de Rum Kıbrıslıların ulusal çıkarlarına ilişkisi olmayan Kıbrıs sorununda kendi çözümünü empoze etmeye çalışıyor.

Amerika ve Atlantizm Kıbrıs’da kendi çıkarları doğrultusunda oynuyorlar. Rusya’nın Kıbrıs ile ilgili resmi yaklaşımı değişmez. Bu sorunun demokratik yollarla çözülmesi taraftarıyız ve halk ve devletlerin kaderi, Kıbrıs, bunun içinde kuzey Kıbrıs’ın kaderini Kıbrıs’ta yaşayan insanların çözümlemesi gerektiğini düşünüyoruz. Dolayısıyla biz yakın zamanda kuzey Kıbrıs vatandaşlarının yapacağı demokratik seçimi destekliyoruz. Fakat şunu belirtmek gerekiyor, Türkiye’nin jeopolitik statüsünün zayıflaması, eğer Atlantizm seçim  iptalinde ısrar ederse (seçim sonuçları istedikleri gibi çıkmadığı takdirde) veya başka şekilde durumu istikrarsızlığa sürükleyecekse Avrasya perspektifine zarar verilecektir. Bu Türkiye için çok tehlikeli, fakat mantıken Rusya’nın konumunu da zayıflatacaktır. Aynı durumu, bazı batı ülkelerinin uluslar arası kamu oyunu İçkerya’nın bağımsızlığını tanımaya itmesinde gördük.

Devletlerin dağılımı başlatmak kolaydır, fakat durdurmak zordur. Bu bağlamda kuzey Kıbrıs sorununa Avrasya yaklaşımı şu esasa dayanmalıdır : bu Avrasya mevzusu ve sorunun çözümüne ancak Avrasya devletleri iştirak etmelidir. Geleneksel olarak Rusya hem Yunanistan ve hem de güney Kıbrıs’ı ciddi anlamda etkileyebilir. Yunanlarla bizi kanfesya (din?), Türklerle ise ortak Avrasya medeniyeti yakınlaştırıyor. Ayrıca, olayın Avrupa’da gelişiyor, dolayısıyla Avrupa Birliği de sorunu çözümlemeye katılmak için dayanağa sahiptir. Fakat başka bir uygarlık alanına ait Amerikalıların halklara, devletlere, bloklara kendi iradesini zorla benimsetmeye çalışması kabul edilemez.

Avrasya eğilimi Rusya’da ve Türkiye’de güçlendikçe ülkelerimiz arasındaki stratejik ortaklığın şahidi oluyoruz. Bu ise Avrasya perspektifinde, Türkiye’nin egemenliği, Türkiye’nin jeopolitik potansiyelinin korunması ve pekiştirilmesinin bir anlamda Rusya’nın ihtimamı altında olduğu anlamına gelmektedir. Ve bu durum şüphesiz ki Rusya’nın kuzey Kıbrıs ile ilgili yaklaşımına yansıyacaktır. Fakat ben tam aksi yöne dikkatinizi çekmek istiyorum : Türkiye simetrik olarak   Rusya’nın jeopolitik kaderini yakın hissetmeli ve algılayabilmeli, jeopolitik alanda, özellikle ülkelerimizin etkisi oldukça güçlü olan Kafkas’larda, ayrıca Orta Asya ülkelerinde Rusya ile olabildiğince aktif olarak işbirliği yapmalıdır.

Bu stratejik Avrasya alyansını uygulamak için çok fazla zamanımızın olmadığını düşünüyorum. Dünyada gelişen olaylar bu süreci hızlandırmamız gerektiğini gözler önüne seriyor. Türkiye’nin bütünlüğü ve egemenliğinin korunması büyük ölçüde Avrasya kapsamında Rus dış politikasının gelişimine bağlıdır. Fakat yine Rusya, Kafkas bölgeleri ve Orta Asya’daki bir çok şey Türkiye’nin Avrasya jeopolitik misyonunun nasıl algıladığına bağlıdır.

Avrasyalılığın teorik anlamı, uygulama ölçüleri hakkında saatlerce konuşulabilir. Burada meslektaşlarım, Rusya’nın yetkili diplomatları, ekselansları olağanüstü ve yetkili Elçi Albert Sergeeviç Çernışev ve ekselansları olağanüstü yetkili Rusya Elçisi Anatoliy Zaytsev, ilim temsilcileri (profesör Belov) ile birlikte temsil etmekte olduğumuz uluslar arası Avrasya hareketi, biz “Avrasya uyanışı” savunucularıyız. Avrasyalılık ile ilgili binlerce sayfa yazdım (ders kitapları, broşürler, kitaplar, tebliğler, programlar).

Türkiye’de özellikle Türkiye İşçi Partisi’nin önderliğinde Avrasya ile ilgili yayınlanmış birçok belge ve sayın Doğu Perinçek’in çalışmasını görmek bizi çok mutlu etti. Fakat Avrasyalılık sadece siyasi veya stratejik alanları kapsamıyor. Avrasyalılık, felsefedir, tarihe özel bir bakıştır, jeopolitiktir, sosyolojidir, dikkatli incelenmesi gereken postmodern sorunudur. Dolayısıyla bu önemli konferansa konuşmacı olarak davet ettiği için İstanbul Üniversitesi rektörüne minnettarım, zira Avrasya fikrinin oluşturulması, projelerimizin hayata geçirilmesi özellikle eğitim alanı, ilim ve kültüre bağlıdır. Heyetimize Ticaret ve Sanayi Odası başkanı Yevgeniy Primakov da katılacaktı, katılımcılara konferansın başarılı geçmesi temennilerini iletmemizi istedi. Yoğun işleri ve sağlık sorunu bizzat katılması için elverişli olmadı, fakat selamlarını gönderdi. Ayrıca Rusya Uluslar arası Federasyon Şurası başkanı ve cumhurbaşkanı müsteşarı, hareketimizin Yüksek Şurası üyesi Mihail Margelov da selamlarını gönderdi.

 Avrasyalılığın Rusya’da ve Türkiye’de hazır olduğunu zannediyorum. “Entelektüel laboratuar”dan güçlü uluslar arası sosyal hareket seviyesine geçmektedir. Bu bağlamda Rusya ve Türkiye’de atılan adımların ön sonuçlar verdiğini düşünüyorum. Dönüm noktasına geldik : Avrasyalılık yeni bir seviyeye geçiyor. Somut ve önemli siyasi sorunları çözümlerken Avrasyalılıktan söz etmemiz bunun göstergesidir.

Tüm konferans katılımcılarını bu Avrasya sürecine iştirak etmeye, bu yönde düşünmeye ve hareket etmeye, Avrasyalılık fikrini eleştirerek idrak etmeye davet ediyorum. Avrasyalılık dogma değildir, tamamlanmamış ideolojidir. Bu, belirli, anlaşılır ve stratejik açıdan çok önemli alanda düşünmeye ve hareket etmeye davettir.

İlginize teşekkür ederim!