Çok kutuplu dünyanın şehidi Kasım Süleymani ve Büyük Kıtalar Savaşı’nın yeni coğrafyası

Islami devrim Muhafız Birlikleri’nin Kudüs Özel Kuvvetleri Komutanı General Kasım Süleymani’nin 3 Ocak 2020’de Amerikan füzeleri ile öldürülmesi, Orta Doğu’daki dengelerin şekillenmesinde tamamen yeni bir durum olduğunu
işaret eden önemli bir andı.
Orta Doğu’nun, dünya jeopolitiğindeki küresel yönelmelerin aynası olmasıyla aynı ölçüde
, bu olay da bütün olarak dünya düzenini etkileyen daha da büyük bir boyuta sahipti.
Birçok gözlemcinin, Suriye ve Irak’ta IŞİD’e karşı verilen mücadelenin kahramanı
olan General Süleymani’nin ölümünü, Üçüncü Dünya Savaşı’nın ya da en azından
ABD’nin İran’a karşı vereceği savaşın başlangıcı olarak yorumlaması bir tesadüf değildir.
İran’ın 8 Ocak 2020’de Irak’taki iki Amerikan askeri üssüne düzenlediği füze saldırısı
da bu analizi doğrulamaktadır: Süleymani’nin ölümü “son savaşın” başlangıç
noktasıdır.
2020’nin daha en başında meydana gelen bu olayların büyüklüğünün önemini göz
önünde bulundurarak, analizlerine daha geniş bağlamdan bakarak başlamak önemlidir.
Bu bağlam, dünya sisteminin, 20. yüzyılın sonlarında Batı’nın (özellikle de ABD’nin) belirsiz bir egemenliği altında şekillenen tek kutuplu dünyasından, ana hatları, Putin’in
Rusya’sının egemen ve bağımsız bir güç olarak tarihe geri dönmesi ve Amerikan-Çin
ilişkilerinin ticaret savaşı noktasına kadar yükselmesi ile, giderek daha belirgin hale gelen
çok kutuplu bir dünyaya geçişiyle tanımlanabilir.
Başkan Trump seçim öncesi kampanyasında, seçmenlerine, çok kutupluluğa barışçıl
bir geçişin potansiyel destekçisi bir nokta olacak, ülkelere dış müdahale reddini ve
Neo-emperyalizm ve küreselleşme politikalarına kısıtlamalarını vaat etti. Ancak Süleymani’ye suikast kararıyla Trump, bu olasılığı tamamen yok saydı ve ABD’nin tek kutuplu dünyayı korumak için umutsuzca savaşacak olan bu güçlerin kampındaki yerini
bir kez daha kesinleştirdi. Bu son savaşa doğru sürüklenen olaylarda, Trump’ın arkasına
saklanıp izleyen Amerikan Neo-Muhafazakarları ve Hıristiyan Siyonistler öne çıkıyor.
Ama -şimdi ya da daha sonra başlayacak olanbu savaş, yeni koşullarda ortaya çıkacak: Rusya’nın uluslararası siyasetteki başarıları, Çin ekonomisinin etkileyici yükselişi, Moskova ve Pekin arasındaki git gide ilerleyen yakınlaşma, çok kutuplu dünyayı bir gerçeğe dönüştürdü, ve böylece Hindistan gibi büyük ülkelerin yanı sıra İran, Türkiye, Pakistan gibi
bölge lideri ülkeler, Arap dünyası, Latin Amerika ve Afrika ülkeleri de dahil olmak
üzere tüm diğer ülke ve uygarlıklara bu düşmanca yapı karşısında yerlerini seçme imkanını
sundu: ya Batı’nın uyduları olarak devam etmek (yani can çekişen tek kutupluluğa
sadakat yeminini devam ettirmek) ya da çok kutuplu dünyanın yanında durup, geleceğini
bu bağlam içerisinde aramak.

TRUMP’IN İNTİHARI

3 Ocak 2020’de Irak’ta yaşanan trajik olaylar etrafında, temelde yeni bir durum oluştu:
Amerikalılar tarafından öldürülen General Süleymani, çok kutuplu dünyanın organik bir
parçasıydı ve sadece İslami Devrim Muhafızları’nın, hatta tüm İran’ın değil, bütün çok
kutupluluk destekçilerinin, güç dengelerini temsil ediyordu. Onun yerinde, ABD tarafından
Kırım’la yeniden birleşmeye veya Donbass’taki çatışmaya katılmakla suçlanan
bir Rus askeri, Kürtçü teröristlerle mücadelede kendini kanıtlamış bir Türk generali
ya da Amerikan finansal sistemine önemli zararlar veren Çinli bir bankacı da olabilirdi.
Süleymani, uluslararası hukukun tüm normlarını yok sayan tek kutupluluk savunucuları
tarafından öldürülen, çok kutupluluğun sembolik bir figürüydü.
Trump, Süleymani’yi ortadan kaldırmaya karar vererek, katlanacağı sonuçları, savaş riskini
veya diğer tarafların protestolarını düşünmeden, tamamen tek kutuplu bir güç konumundan
hareketle -böyle karar verdim, öyle de olacak- mantığıyla yola çıktı. Tıpkı önceki ABD başkanları gibi, Trump da şu mantıkla uyumlu hareket etti: Yanlızca ABD “kötü adamların” ya da “iyi adamların” kim olduğuna karar verebilir ve uygun gördüğü şekilde “kötü”ye karşı hamlelerde bulunabilir. Teoride, Putin, Xi Jinping veya Erdoğan da
“kötü adamlar” olarak mimlenebilirdi ve bu durumda tek soru, darbelere karşı (Erdoğan’ın
karşı karşıya kaldığı durum gibi) veya “renk devrimlerine” karşı (İran’ın sürekli karşı
karşıya kaldığı ve, “beşinci kol” liberallerinin de yardımıyla, Batı’nın sürekli Rusya’da
kışkırtmaya çalıştığı) da dahil olmak üzere, mevcut savunma araçlarıyla kendilerini savunup
savunamayacaklarıdır. Trump, önceki hem Cumhuriyetçi hem de Demokrat yönetimlerin
bu tür politikalarını kesin ve sert bir şekilde eleştirdiyse de, Süleymani’yi öldürmeye
karar verdiğinde, onlardan çok da farklı olmadığını gösterdi.
Bu an, tek kutupluluktan çok kutuplululuğa geçiş adına, çok önemli bir andır. Trump, bu geçişin barışçıl bir şekilde gerçekleşebileceği umudunu temsil ediyordu, fakat
bu durumda ABD’nin bir düşman olarak değil, bir tam katılımcı olarak ve teorik olarak
çok kutupluluk bağlamında lider bir güç olarak konumunu önemli bir ölçüde güçlendirmesine olanak sağlayacak bir pozisyonda, bütünüyle çok kutuplu kulübün ayrıcalıklı bir üyesi olarak yerini güvence altına alarak. Bu umutlar 3 Ocak 2020’de yitirildi
ve Trump da diğerleri gibi sıradan bir Amerikan başkanı oldu -daha kötü değil, ancak
daha iyi de değil. ABD’nin aklını kaçırmış, kötü niyetli ve hala tehlikeli, ancak
“son savaştan” kaçma şansı olmayan can çekişen bir emperyalist ejderha olarak statüsünü
netleştirdi. Bununla birlikte Trump hem kendininkinin, hem de çok kutuplu dünyada
bir kutup olarak ABD’nin geleceğinin üstünü karalamıştır. Bunu yaparak da, gelecekte
Amerika’nın ölüm fermanını imzalamıştır.
Gücü giderek büyüyen çok kutuplu dünya için, ABD artık sürecin bir öznesi değil, bir
nesne, tıpkı Trump’ın Süleymani’ye suikast düzenleyerek, sadece Tahran’a değil, Bağdat’a,
Ankara’ya, Moskova’ya ve Pekin’e de yalnızca engelleri temsil eden “nesneler” muamelesi
yaptığı gibi bir nesne. Amerikan hegemonyasının güçlendirilmesi. Bu savaş anlamına
gelmektedir, çünkü zaten tek kutupluluk ve çok kutupluluk çatışması, özne olabilme
statüsü için verilen bir savaştır. Bugünün dünyasında iki özne olamaz; ya Trump’ın
ısrar etmeye çalıştığı gibi, sadece bir tane olabilir, ya da Rusya, Çin, İran, Türkiye ve çok
kutupluluğu kabul eden diğer tüm ülkelerin stratejilerinin temelini oluşturduğu gibi ikiden
fazla olabilir.

ÇOK KUTUPLU GÜÇLERİN BAŞARISI: AMERİKA’NIN SONU

Küresel güçler dengesinin bu analizi, dünya siyasetinin tüm yapısını önemli ölçüde keskinleştirmektedir, çünkü şu anki durumu George W. Bush, Obama ve Hillary Clinton’ın
iktidarlarının ruhundaki siyasete geri götürmektedir. İğneleyici bir şekilde Hillary ile alay
eden Trump, bugün tıpkı o eli kanlı küreselci cadı görünümüyle ortaya çıktı. Ancak son
yıllarda yaşanan olaylar -Rusya’nın Ortadoğu’daki konumunun güçlenmesi, özellikle
de Suriye’deki çarpıcı başarıları, Rusya ve Çin’in yakınlaşması ve Putin’in Avrasya stratejisi
ile Bir Kuşak Bir Yol birleştirme projesinin bir araya gelmesi ve hatta Akdeniz’de çok
kutuplu güçlerin kuvvetlenmesine olanak sağlayan, Trump’ın direkt bir çatışmadan kaçınma
yolunda attığı önceki adımları (ki buradaki en önemli rolü Putin ile Erdoğan arasındaki
yeniden yakınlaşma oynamıştır.)- güçler dengesini çoktan geri dönülmez bir şekilde
değiştirdi. Her şeyden önce, bu bölgenin Kıyamet’in yaşanacağı diyarlara sınır
komşusu olması oybirliğiyle, farklı alametler ile de olsa, her türlü siyasi kıyametçiler tarafından kabul edilmiş bir durumdur.
General Süleymani’nin öldürülmesinden sonra kaçınılmaz olayların gelişmesi, bir
yandan ABD ve Batı’nın İsrail, Suudi Arabistan ve bazı Körfez ülkeleri gibi bölgesel vekillerini, bir yandan ise Rusya, Çin, İran, Türkiye ve diğer çok kutuplu güçleri yeni bir seviyeye taşıdı. ABD, muhaliflerine karşı yaptırımlarını ve ticaret savaşı politikasını kullanıyor ve insanlığın git gide daha büyük bir yüzdesi, yalnızca Asya’da değil, Avrupalı
şirketler de (özellikle de Alman şirketlerinin) Kuzey Akımı projesine katıldığı için yaptırımlara tabi tutuluyor. Bu, “destekçilerine” uşak muamelesi yapan ve onları fiziksel cezalarla yöneten Amerikan hegemonyasının küstahlığının bir tezahürüdür. ABD’nin bir
dostu yoktur, yalnızca köleleri ve düşmanları vardır. Bu durumda, “dünyadaki tek süper
güç” çatışmaya doğru ilerliyor, bu sefer neredeyse dünyanın geri kalanının tamamı ile.
Herhangi bir fırsatta, günümüzün “köleleri” hiç şüphesiz, tek kutuplu işbirlikçiliklerinden
kaçmaya çalışacaklardır. 

Washington, Trump’ı seçen Amerikan halkının iradesinden hiçbir ders almamıştır.
Halk, Bush ve Obama’nın politikalarının devam ettirilmesi için değil, bu politikaları radikal
bir şekilde reddettikleri için oylarını verdi. Amerikalı (ve daha geniş açıdan, küresel)
elitler bunu hesaba katmadılar, onun yerine her şeyi “Rus hackerlar” ve “blog yazarlarının”
entrikaları olarak gördüler. Ve şimdi, Trump’ın bir kere daha tüm mantık duygusunu
kaybetmiş agresif küreselci elit kesime elini uzatmasıyla, Amerikan “sessiz çoğunluğunun”
yapabileceği tek bir seçeneği kaldı: Amerikan hükümetinden tamamen uzaklaşmak.
Eğer Trump bile küreselcilerin elinde bir oyuncak haline geldiyse, bu durum siyasi
mücadelenin yasal yollarının tükendiği anlamına gelir. Orta vadede, General Süleymani’nin
öldürülmesi, ABD’deki topyekûn bir iç savaşın başlamasında hissedilecektir.
Eğer kimse toplumun iradesini dile getirmezse, toplumun kendisi özel bir pasif sabotaj
yöntemine geçer. ABD’de beklenen şey tam olarak budur. Eğer Trump seçmese bile,
Amerikan halkı, tamamen kendi kültürel ve siyasi geleneklerinin ruhuyla, çok kutupluluğu
seçecektir, fakat o zaman bu devlet ile değil, Beyaz Saray’daki bir numaralı ismin bile karşı
durmadığı, küreselci elitler tarafınfan “ele geçirilmiş” bir devlete karşı olacaktır. Süleymani’nin öldürülmesi, Amerika’nın sonu demektir.

TEK KUTUPLU CEPHE KRİZDE

ABD’nin Avrupalı ortakları, çok kutuplular kulübüyle olacak herhangi bir keskin çatışmaya
hazır değil. Ne Kuzey Akımı’ndan dolayı bir tokat daha yiyen Merkel, ne de Sarı
Yelekliler tarafından kuşatılmış ve şimdi ise popülizm ile karşı karşıya kalmak zorunda olduğunu anlamış olan (Rusya ve Avrupa Ordusu’nu yaratma meselelerindeki “özel konumu” ile) Macron ne de liberal AB’nin boğucu bataklığından Britanya’yı kurtarmayı başaran Boris Johnson (ki gerçekçilik duygusunu kaybetmiş Amerikalı kaçıklara, göreceli olsa da, zor kazanılmış egemenliğinden, yeni bir kölelik için bu kadar çabuk vazgeçmesi pek de olası değildir), Washington tarafından körüklenen bir Üçüncü Dünya Savaşı’nın ateşine atlamak ve o ateşte kül olup gitme arzusu ile yanmıyor. NATO, artık Orta Doğu’da ya da (Türklerin “Mavi Vatan” olarak adlandırdığı) kendi egemen kontrol alanı olan
Doğu Akdeniz’de, ABD’yi desteklemeyen Türkiye’nin etrafında, gözümüzün önünde
parçalanıyor. Ayrıca mutlak suretle ve tamamen mantıksızca -veya umutsuz ve hatta
kışkırtıcı bir tavırla da denebilir- olan şey Arap Dünyası’yla ve daha geniş açıdan, İslam
Dünyası’yla olan ilişkilerini baltalamak için İsrail’e Washington’un verdiği destektir.
Aynı zamanda Trump, ABD’nin Suudi Arabistan ile olan ittifakını, ABD’nin yapısı gereği
tamamen yetersiz olduğu tam bir ittifak için umut verici bir temel teşkil etmeyecek,
bir mali anlaşmaya indirgemektedir. 
Böylece, ABD can çekişen tek kutupluluk ve sürekli güçlenen çok kutupluluk arasındaki,
bir önceki yönetiminkine göre çok daha kötü koşullarda bir Üçüncü Dünya Savaşı
içine giriyor. Bu şartlar altında, Trump’ın yeniden seçilmesi gerekiyor, çünkü her zamanki
gibi onu Süleymani’yi öldürmeye zorlayanlar, yine onu alaşağı etmeye çalışacaklardır.
Süleymani’nin öldürülmesinden sonra hem savaş hem de barış, Trump’ın konumunu
zedeler. Süleymani suikastı, onun sonunu getirecek ölümcül bir karardı. Trump’ın bu intihar hamlesini destekleyen Avrupalı sağ-popülistlerin konumları da önemli ölçüde zedelendi. Mesele, Amerika’nın tarafını seçmiş olmaları bile değil, mesele tek kutuplulukta yok olup gitmek için bir tavır takınmaları ve bu durumun herkesi mahvedebilmesidir.

ÇOK KUTUPLU DÜNYANIN YENİ UMUTLARI

General Süleymani suikastının bazı sonuçları zaten ortadadır. İran, Pentagon’u
IŞİD ile birlikte bir terör örgütü ilan etti ve bu da General Süleymani’nin başına gelenin,
her Amerikan askerinin başına da gelebileceği anlamına geliyor. ABD, Irak’taki Amerikan
üslerine yapılan füze saldırılarına yanıt vermediği için, İran savaş kabiliyetinden
tamamen emin bir hale gelecek ve Rusya’ya daha çok güvenerek canlılıkla yeniden silah
geliştirmeye başlayacaktır. Bu koşullar altında, İran’ın nükleer silah geliştirme anlaşmasından çekilmesini çoktan ilan etmiş olması önemlidir -çünkü ne de olsa kaybedecek bir şeyi yoktur. Başka bir İslam devleti olan Pakistan, halihazırda nükleer silahlara sahip durumdadır. İran’ın bir diğer bölgesel rakibi olan İsrail de öyle. Tahran’ın artık resmi olarak “terörist” olarak gördüğü taraflarla anlaşma yapması için hiçbir sebebi yoktur. 
Şiilerin nüfusunun çoğunluğunu oluşturduğu Irak’ın konumu da burada önem taşıyor.
Tüm Şii dünyasının gözünde General Kasım Süleymani, tartışmasız şekilde bir kahramandı.
Bu nedenle Irak parlamentosu, tüm Amerikan güçlerinin Irak topraklarından derhal çekilmesini talep etti. Tabii ki, demokratik bir meclisten çıkan bu karar, kesinlikle
ciddiyetsiz Amerikan katilleri için yeterli değildir -çünkü onlar gerekli gördükleri
ve kar edebilecekleri her yerde bulunacaklardır. Ama bu, sadece Şiilerin değil, radikal bir şekilde Amerikan karşıtı olan sünnilerin de (bu yüzden Saddam Hüseyin’in Sünni destekçileri, Şiilerin anlaşma yapmak zorunda kaldığı Amerikalılara karşı IŞİD’e katıldı).
Şimdi Iraklı olan herkes, hem Şiiler hem de Sünniler Amerikan askerlerinin geri çekilmesini
talep ediyor, çünkü şu anda, ABD’nin son zamanlarda alaycı bir şekilde ihanet ettiği
bazı Kürtler hariç, Irak nüfusunun neredeyse tamamı, işgalcilere karşı silahlı bir
mücadeleye başlamaya hazır. Bu zaten yeterince fazla, ama Irak, Amerikanlara karşı
savaşında, İran ve Türkiye’den aldığı destek gibi, birlikte çok kutupluluğun sütunlarını
temsil eden Rusya’dan ve kısmen Çin’den de destek alabilir.
Bu durumda, Rusya’nın konumu çok önemlidir: bir yandan Rusya devletler konumunun
tarafsızlığını, barış arzusunu ve Irak’ın egemenliğinin yeniden kurulması isteğini samimi ve tutarlı gösteren, etnik gruplar ve dini akımlar arasında gerçekleşen bölgesel çatışmalara dahil değilken; öte yandan da, Irak’ın özgürlük ve bağımsızlık savaşını desteklemek için önemli düzeyde silahlı destekte bulunuyor (Rusya’nın tüm etkinliğini gösterdiği Suriye’de, ya da şu anda Libya’da olduğu gibi). Irak şimdi bütün dünya siyasetinin ana platformu haline geliyor, ve bir kez daha Orta Doğu’nun kalbinde dünyanın en eski uygarlığı ile, İncil’in coğrafyasına göre, bir zamanlar “yeryüzündeki cennet” olan ve bugün tam tersine dönüştürülmüş olan topraklardayız.
Bu şartlar altında en önemli şey, küresel bir açıdan Trump’ın “ölümcül hatası” olarak
kabul edilmesi gereken şeyden istifade etmektir. General Süleymani suikastı, ABD’nin
konumunu güçlendirmedi, bundan ziyade çok kutupluluğa doğru barışçıl bir geçiş senaryosundan dışladı ve Amerikan siyasetinin başarılı ve uzun vadeli bir reformu için
her türlü şansı, Trump’ın elinden aldı. Tüm çevre halklara karşı tam bir nefretle rehin tutulan
İsrail’in durumu son derece sorunlu hale geliyor. İsrail’in, tek kutuplu dünya düzeninin
ölümüyle birlikte yitip gitmesi muhtemeldir ve bunun için onu bu tür intihar adımlarına iten Trump’a ve İsrail aşırı sağına “teşekkür etmesi” gerekiyor...

RUSYA AZMEDİYOR VE KAZANIYOR

Peki ya Rusya? Rusya açık bir şekilde İran’ın tarafını seçmek için acele etmemişken,
İran elitlerinden bir kesim, ABD ile müzakere etmeyi tercih etti ve Moskova ile yakınlaşmayı önlemek istedi. Her iki güç Rusya ve İran’da da, “altıncı kol”, Moskova-Tahran eksenini kırmaya ve her şeye rağmen İranlıların ve Rusların, tek kutuplu dünyanın
kontrolündeki aşırılık yanlılarına karşı yan yana savaştığı Suriye’de (General Süleymani
döneminde) şekillenmeye başlayan sıkı bir Rus-Şii ittifakını önlemeye çalıştı. Bu tür girişimler kesinlikle devam edecektir ve küreselciler, muhafazakarları devirmek ve
İran’ı bir iç savaşın kaosuna sürüklemek için, İran’daki “beşinci kolu” “renk devrimi”
stratejilerinde kullanmaya çalışacaklardır. Batı, kesinlikle Rusya için de aynı senaryoyu
başlatmaya hazır ve Rusya’nın bağımsızlıkçı ve çok kutuplu siyasetinin ana güvencesini
temsil eden Putin’in, son iktidar döneminin sonuna yaklaşıldıkça, bu durum
daha da önemli hale gelmektedir. 

Tek kutuplu dünyanın sonu geldi, ama savaşmadan pes edeceğini düşünmek ahmaklık
olur. Dahası, General Süleymani’nin öldürülmesi gelecek için barışçıl bir senaryoyu
ortadan kaldırmaktadır, zira Trump’tan ve Washington’dan artık dünya düzenindeki
bu değişimi gönüllü olarak kabul etmesi ve ABD dışındaki herhangi bir gücün varlığını
tanımayı kabul etmesi beklenemez. Çok kutuplu dünyanın güçleri -Rusya, Çin,
İran, Türkiye, Irak ve diğerleri- için geriye kalan tek şey, çok kutupluluğa karşı çıkan herkesi, çok kutupluluğu kabul etmeye zorlamaktır. Sonuçta bu, kimseyi Rus ya da Çin
hakimiyetini kabul etmeye zorlamak değildir. Bu, çok kutupluluğun tek kutupluluktan
farkıdır. Çok kutuplu dünya, herkese kendi seçtikleri değerlerle, istedikleri toplum şeklini
inşa etme hakkını verir. Burada evrensel bir kriter yok; hiç kimsenin kimseye, kendi
ulusal kimliğini güçlendirme, kendi medeniyetini kurma (başkalarının hoşuna gitse
de gitmese de) ve (başkasının değil) kendi geleceğinde yaşaması haklarına saygı
duymaktan başka borcu yoktur. Çok kutupluluğa doğru yönelme, sadece tek kutuplu
dünyayı, Amerikan hegemonyasını ve kapitalist sistemi evrensel bir gerçek olarak kabul
eden totaliter liberal ideolojiyi feda eder. Batı istediği kadar liberal ve kapitalist
kalabilir, ancak diğer kültürler için çok zehirli olan bu ideolojinin ve ekonomik sistemin
sınırları kesin bir şekilde belirlenmelidir. Bu, uğruna can verdiği, çok kutuplu dünyanın
şehidi, direnişin kahramanı, büyük İranlı General Kasım Süleymani’nin, mücadelesinin
verilme sebebidir.

İ