Avrasyalılık vektörü ve Türkiye jeopolitiği

Avrasyalılık vektörü  ve Türkiye jeopolitiği

(“Jeopolitik esasları” türkçe tercümesi için önsöz)

  1. Jeopolitik yöntemi

Jeopolitik yönteminin esası, birbirine uyuşmaz iki güç modelleri – kara gücü ve deniz gücü – arasındaki temel ikiciliğidir. Bu ikiciliği göze almadan jeopolitik hakkında konuşmak tamamen  anlamsızdır. Bu tür konuşmalar, gravitasyon kanunu kabul etmeden klasik fizik konuları üzerine konuşmalara benzeri olacaktı. Uzmanlar için bu durum bellidir, ama “jeopolitik” sözünü TV yorumcularından işiten basit halk için bu yeni keşif olabilir. «Jeopolitik esasları» adlı işbu ders kitabının görevi, bu konuyu açıklığa kavuşturmaktır. Jeopolitik yönteminde kara-deniz muhalefeti, bilgisayar teknolojisinde kullanılan 0-1 ikili koda dijital bölmeye çok benzeridir.  

Bunu aksiyom olarak kabul ederek, biz jeopolitik tahlilinin okyanusuna giriyoruz. Bu tahlil her kademede daha karmaşık olur.

Birincisi, kuvant mekanikte olduğu gibi burada çok şey “gözlemci pozisyonuna” bağlıdır. Biz beyazlarla mı, siyahlarla mı oynamamıza bağlı olmadan oyun kaidelerini prensip olarak kabul ediyorsak bile ondan sonra bazı problemlerle karşı karşıya gelmeğe başlıyoruz. İş budur ki, jeopolitik metodoloji tek boyutlu ve sıkı bakışımlı değildir. Beyazlar ve siyahlar burada (kara ve deniz) farklı kaidelere uyarlar, farklı olarak yürüyorlar, farklı amaçları güderler. Bu nitelikli kutupların özel mantıkları ve özel stratejileri vardır. Başka nicel disiplinlerden farklı olup jeopolitik nitel yaklaşımı kullanmakta, esas kutuplarının temel nitel bakışımsızlıktan yola çıkar. Jeopolitik tahlilinin uzayı heterojendir. Karadan denize bakış ve denizden karaya bakış farklı sonuçları getirirler. Bu ayrı mantıkları olan iki uzay türüdür.

 

Kara ve deniz, ancak gözlem için dış pozisyonları değildir, aynı zamanda bunlar gözlemcinin iç özüdür. Kara ve deniz ancak dışarıda değil, içinde de mevcuttur. Kara medeniyetine ait insanlar, dünyayı, başka insanları, kültürleri ve dinleri bir tarzda, deniz medeniyetine ait insanlar başka tarzda görüyorlar. Madem ki, daha ara ve karmaşık varyantlar (anlaşmalı olarak «sahil» denilen) varolduğu için bu tablo daha çetrefil olacak.

 

Ama jeopolitik görevi, herhangi, en karmaşık bile sistemde temel ikiciliğini (kara ve deniz) tespit etmek ve ondan sonra bu temel prensiplerinden her birisinin gelişim diyalektiğini detaylı olarak, en çeşitli ve mürekkep kombinasyonlarda takip etmektir. Erkek ve dişi prensiplerinin (“ing” ve “yang”) Çin teorisi veya emek ile sermaye ilşikilerinin marksist diyalektiği, jeopolitik metodolojisine belirli bir derecede benzeridir, ama, tabii ki, temel kutupları burada farklıdır. Aydın ve karanlık nedir, gerçek ve yalan nedir, iyililik ve kötülük nedir diye metafizik, gnoseolojik veya ahlaki bir teşhis koymak jeopolitiğin maksadı değildir. Jeopolitik, her medeniyetin değer yapısını kavramağa, anlamağa ve mantığını tarif etmeğe çalışır. Ama objektif metodoloji her zaman somut bir şahsiyet ve insanların grubu tarafından kullanıldığı için (bu insanlar ise belirli bir medeniyetin ürünleri olduğu için) objektif (tarafsız) jeopolitik teorik olarak bile yoktur. Jeopolitik her zaman ingiliz-saksonya, rus, arap, çin, japon, türk vs. olacak ve her zaman milli ekollerden birinin yaklaşımının özelliklerini yansıtacak. Yalnız ancak ilk jeopolitik ikiciliğini hesaba alan genelleştirmeye kadar yükselerek, kendi ülkenin, dinin, kültürün ve ırkın tarihini kara-deniz kodunun baz yapısına bağlayarak, bu yaklaşımlar gerçekten jeopolitik olmağa başlıyor. 

 

Millet ve ülke somut tarihinin ile jeopolitik kodunun oranında milli jeopolitik ekollerin anlamlı eşitsizliği belli olur. Bazı medeniyet pozisyonları adı geçen kutuplarından birisine azami derecede yakın olur. İşbu ülkelerin ve medeniyetlerin jeopolitik ekolleri kaide olarak çok açık ve mantıklı metodolojilere sahip oluyor. Bu çok tabiidir, çünkü jeopolitik kodu incelerken onlar kendi medeniyetinin baz özünü inceleyorlar. Böyle ayrıcalıklı durumda iki medeniyet bulunmaktadır: İngiliz-saksonya medeniyeti (deniz) ve Avrasya medeniyeti (kara). Başka medeniyetlerin çekirdekleri karmaşık özelliklere sahiptir: onların jeopolitik karakterini incelerken biz deniz ve kara özelliklerinin dengesi hakkında konuşmak zorunda kalıyoruz. Başka sözlerle bunu ifade etsek, Avrasya ve Atlantik (ingiliz-saksonya) medeniyetleri dışında bütün başka medeniyetler belirli bir derecede “sahil” özelliklerine sahiptir, yani iki prensiplerin diyalektik birleşmesiyle kurulmuştur. Tabii ki, hem Avrasya, hem de Atlantik medeniyetlerinde jeopolitik açısından gerek özgü, gerekse de heterojen çizgileri vardır. Ama burada temel vektörünün mevcut olması şüphesizdir. Bu vektörden uzaklaşılabilir, ama bu vektör ters vektörüne değiştirilemez. “Sahil medeniyetleri”nin durumu ise farklıdır: burada avrasyalılık veya atlantizm prensiplerinin zaferi, medeniyet rotasının radikal değiştirilmesine yol açabilir. Gerçi bu “sahil medeniyetleri” açısından jeopolitik yöneltimlerinin değiştirilmesiyle ilgili oyun çok tabiidir. Kendi temel vektörlerine koparılmayacak tarzda bağlı olan jeopolitik kutuplarının aksine “sahil medeniyetleri” için bu oyunun bir saltlığı ve radikal ahlaki önemi yoktur. 

 

Jeopolitik tanımı

 

Jeopolitik araştırmalara ilgi arttıkça bu kavram daraltılmasın ve genişletilmesin diye jeopolitiğe tanım vermek ihtiyacı gittikçe artmaktadır. «Jeopolitik, alan ve devlet bağlaşmasını inceleyen bilim disiplinidir” diye işveç bilgin Rudolph Kjellen tarafından verilen tanımın bugün yetersiz olduğu apaçıktır, çünkü yüzyıldan fazla bir süre içinde bu alanda yapılan araştırmalar gösteriyor ki, jeopolitik yöntemi ancak devletlerin tarihi için değil, medeni, kültürel, dini ve ekonomik kanunların sınıflandırılması için de kullanılabilir. Bugün biz “ortodoks jeopolitiği” ve “islam jeopolitiği”, “sosyalizm jeopolitiği” ve “demokrasi jeopolitiği”, “beyaz ırk jeopolitiği” ve “siyah ırk jeopolitiği” için konuşabiliriz. Bu sebepten dolayı şimdi jeopoltik için yeni, daha geniş bir tanımı vermek tam vaktindedir diye düşünüyorum:

Jeopolitik, uzay faktörü ile bağlılıkta insanlığı inceleyen bir bilim disiplinidir.

 

Son asırlarda bilimde diakronik bir yöntem hakim oluyordu: milletlerin ve devletlerin varoluşu, gelişim prosesi olarak kabul oluyordu, inceleniyordu ve tarif oluyordu. Bu arada asıl tarihi gelişimin, varoluşun zamanda açılımının üniversel kanunları değişmez ve sabit sayılırdı. Bu dönemin ana özelliği, diakronik yaklaşımına ve nitel zamana heves, yani asıl tarihe meraktır. Coğrafya (uzay) sadece tarih (zaman) prizmasından idrak oluyordu. Ondan dolayı milletler ve ülkeler, bir de dinler ve kültürler, «gelişmiş olan» («ilerici», «progresif»)’lere ve “gelişmemiş olan» («geri kalmış», «primitif»)’lere bölünüyordu. Bu arada tarihi yaklaşım, “gelişmemiş olanlara” hiç bir değer vermiyordu ve onların özgünlük haklarını kabul etmiyordu. Ancak “gelişmiş olanların” peşine koşarak “gelişmemiş olanlar” bir değer kazanabilirdi. 

 

Tarihi yaklaşımın fazla işletilmesi çok ilginç öğretilerinin oluşmasına yol açmıştır, ama aynı zamanda çok büyük adaletsizliklerin sebebi olmuştur. Bu adaletsizliklerin birisi avrupa ırkçılığıdır (köle ticaretinden başlayarak Oswiecim dehşetlerine kadar). Nitel zaman kriterlerine bağlılık, tarihin daha yüksek katlarında bulunması, sanki, bir grup insanlara, başka insanların üzerinde hakim olmağa hak veriyordu.  Başka insanların “geri kalmış” ve dolayısıyla “farklı” değil, fakat “aynı, ama kamil olmayan, sonuna kadar pişirilmemiş, kusurlu” olduğu bu hakimiyet için esas oluşturuyordu. Çocuklar, sakatlar veya akılca zayıf insanlar üzerinde vasilik yapıldığı gibi, aynı şekilde «İlerici» milletler “geri kalmış” milletlerinin vasileri olmak hakkını benimsediler. 

 

Jeopolitik amacı, uzay kriterine daha fazla dikkat vererek tek yanlı tarihi yaklaşımın hevesini dengelemektir (bu heves özellikle Aydınlık devrinde belli olmuştur). Bununla ilgili olarak söylenebilir ki, jeopolitik medeniyetlerin ve milletlerin sinkronik haritasıyla çalışmaktadır. Tarihçi için en önemli soru “ne zaman?”, daha doğrusu “ondan önce mi veya ondan sonra mı?” ise, jeopolitikçi için en önemli soru “nerede?”dir. Olayın anlamı, onun zaman aksında yerleşimiyle değil, uzayda vaziyetiyle belirtilir.

 

Tarihi yaklaşım, uzay (coğrafya) faktörünün homojen ve önemsiz olduğunu, tarihi zamanın ve yapısının tek olduğunu kabul eden öncülden yola çıkmaktadır. Jeopolitik, dünyamızın her noktasının, uzayın iç kanunlarını ifade eden kendi zamanının varolduğunu iddia eder.

 

Bu şekilde anlaşılan jeopolitik, insan zihniyetinin, felsefesinin ve tahlilinin yeni usulünün engin ufukları açmaktadır. Şimdi anlaşılır ki, jeopolitik yönteminin uluslararası ilişkiler, asker stratejisi ve makroekonomi için kullanılması ancak denemedir, yani gayet somut olayların incelenmesi için yeni esaslı metodolojinin deneysel kullanımıdır. Somut siyasi görevlerin yerine getirilmesinden başlayarak jeopolitik, yavaş yavaş yeni hal sınırına yaklaşmıştır. Bu sınırın ötesinde jeopolitik çok daha geniş ölçülü bir şeye dönecek.

 

Tarihi yaklaşım “modern” asırına özgü bir marka olsa, jeopolitik veya daha geniş olarak “uzay felsefesi”, “postmodern” asırına ait zihniyetin ana aleti olmak iddiasında bulunmaktadır. 

 

Türkiye jeopolitiği

 

Tabii ki, türk jeopolitiğin tam ve yararlı manzarası bugünkü türkler tarafından oluşturulacaktır. Türk jeopolitik, milli ekol çalışmasının ürünü olacaktır. Biz ise, bu temel problemine yaklaşımların ancak ana vektörlerini belirtmeğe çalışacağız.

 

Türk jeopolitiğin ana içtepisi olarak türk milletin oluşumuna dair en antik tabakaların kabul edilmesi gerekiyor. Bu tabakalar, dünya imparatorluğu oluşturan türklerin tarihi yükselişinin temelinde yatmaktadır. Bugünkü Türkiye işbu imparatorluğun öz parçasıdır.

 

Bozkır göçmenleri olan kadim türkler, açıkça ifade olan kıta, kara özelliklerinin sahibi idiler. Türkler Avrasya enginliklerinde teşekkül etmiştir. Bu enginliklerde onlar irade, iktidar ve yayılma enerjilerini benimsediler. Başka Avrasya göçmenleri (moğollar, iskitler, hünler, avarlar, gotlar, alanlar vs.) gibi türkler, kendi kültüründe gerek bozkır otlakları, gerekse de daha barışçı yurtlanmış medeniyetleri kendi kontrolü altında birleştiren göçmenler imparatorluğunun prensibini taşıyorlardı. Avrasya tarihi boyunca göçmenler imparatorlukları her zaman entegrasyon sağlayan elemanlar idi. Jeopolitik kurucusu olan Halford Mackinder’in ifadesine göre, bu imparatorluklar, “kara eşkiyalarının” içtepisinin açık belirtilmesidir. Asıl sahil çizgilerinden en uzakta bulunan veya gemilerin işlemesine uygun olmayan soğuk okyanus enginliklerine yakın olan kıta derinliklerinden giden bu yayılma entegre içtepisi jeopolitikte avrasyalılık denilir.

 

Bu anlamda çağdaş Türkiye’den ve Osmanlı İmparatorluğundan önceki türklerin tarihi saf avrasyalılıkla ilgilidir.

 

Bu derinlikte bulunan kadim avrasyalılık esası, türk jeopolitiğin mayası olarak sayılması lazımdır. Türkçe olarak anlaşılan jeopolitik açısından asıl bu derin tabaka ana ve en önemli tabaka olarak kabul edilmesi gerekiyor.

 

Uzay felsefesi olarak jeopolitik “ilerleme” kavramı bilmediği için işbu avrasyalılık tabakası, türk devletlerin tarihinde hakim olup şu anda gayet solmuş olmasına rağmen hiç bir şekilde azaltılmaz.

 

Zaten panturanizm fikri asıl bu derin tabakasını işletmeğe çalışıyor, ama sadece ırk faktörüne önem verilmesi ve tarihi olarak tayın edilmiş rusofobya (bir de bu ideolojinin alet olarak kendi amaçlarına üçüncü güç tarafından kullanılmasının perspektifi) bu fikrin değerini önemli derecede azaltmaktadır. Panturanizm avrasyalılık lehine gözden geçirilebilse, bu fikir mantıklı ve çelişkisiz yararlı türk jeopolitiğin esası olabilirdi.

 

İkinci seviye – asıl osmanlı jeopolitiktir. Burada ilkel türk içtepisi önemli derecede değişir. İslam faktörü, bir de türkler tarafından işgal olan alanların karmaşık milli ve kültürel yapısı devreye girerler. Burada biz, İslamın tarihi jeopolitiğinin ile asırlarca teşekkül eden Akdeniz ve Yakın Doğu bölgesinin karmaşık jeopolitik sisteminin jeopolitik sembiyozuna şahit oluyoruz. Gerek İslam jeopolitiği, gerekse de Akdeniz ve Yakın Doğu bölgesinin jeopolitiği, deniz ve kara vektörlerinin çaprazlandığı ayrı ciddi konulardır.

 

İslam dünyası, arap fetihlerle başlatılmıştır. Bu fetihlerin karakteri, şüphesiz olarak, kıtasal ve karasal idi. Akdeniz bölgesi ise zıt jeopolitik eğilimlerinin merkezi idi. Asırlar boyunca burada kara prensibi deniz prensibiyle savaşıyordu. Karasal Roma ile denizli Kartaca arasında direk çatışma dışında (iki jeopolitik prensibi bu çatışmada az kaldı saf bir şekilde temsil edilmiştir), aynı prensipler işbu bölgenin her ayrı medeniyetinde – Mısır’da, Şam’da, Mesopotamya’da, Yunanistan’da, Antakya’da, İran’da – daha  gizli ve ince olarak çaprazlanmıştır. 

 

Osmanlı İmparatorluğu, bütün bu karmaşık jeopolitik yığışımı sert göçmenlerin avrasyalılık kontrolü altında toplamıştır. İşbu göçmenlerin imaparatorluk yaratma enerjisi sayesinde, onların basit ve sert asker ahlaki sayesinde bu karmaşık kütle tek bir jeopolitik sisteme kaynatılabilmiştir. Mağrib’den Balkan yarımadasına ve Kafkasya dağlarına kadar muazzam enginlikler üstünde kendi kontrolü tespit ederek, türkler kendileri, fethedilen medeniyetlere özgü olan jeopolitik eğilimleri gittikçe benimseyorlardı. Osmanlı İmparatorluğu jeopolitik tarihi titizlikle ve detaylı olarak incelenmesi gerekiyor. Bu araştırma, genel jeopolitik için çok ilginç ve mühim bilgileri verecek. Şu ana kadar, bildiğim gibi, böyle bir çalışma yapılmamıştır. 

 

Türkiye jeopolitik tarihinde üçüncü önemli etap olarak çağdaş ulusal ve imparatorluk sonrası bir etap kabul edilebilir. Akdeniz bölgesinin sonsuz alanlarına uzandığı dönemin bitmesinden sonra imparatorluk idare çekirdeğinin jeopolitik içtepisi toplu ulusal devlet ölçülerine kadar büzülmüştür. Bu durum hemen birçok yeni problemlere yol açmıştır. Türkler imparatorluk idaresinin milli çekirdeği olduğu zaman milli ilişkiler, imparatorluğun jeopolitik, sosyal ve dini misyonu için uygun idiler. Bir milletin egemenliğini öngören devlet-ulus kemalist modeline geçtikten sonra ise milli azınlıklar (rum, bulgar, ermeni, kürt) sorunu yeni boyutlarda gündeme gelmiştir. Biz biliyoruz ki, bugünkü Türkiye kemalistlerin çelik iradesiyle kaynatılmıştır ve layıklık ile milletçilik prensipleriyle ilgili olan sert askeri temel üstünde kurulmuştur. Ama bu askeri ve siyasi temelde kurulan ulus ile devlet birliği artık yeni jeopolitik hareket tarzını kabul ettiriyordu: o andan itibaren Türkiye islam dünyasında önderliğini iddia edemiyordu, çünkü diğer müsliman ülkelerin çoğu, İngiltera tarafından desteklenen, bazan da aktif olarak teşvik edilen antitürk ulusal politikası sonucunda meydana gelmiştir. Türklerin imparatorluk fonksiyonları da kaybedilmiştir. Devlet etrafında eski ve yeni düşmanlar (arap ülkeleri, Rusya, Yunnanistan, Bulgaristan, Yugoslavya, İran) bulunuyordu. Bu durmda bir dış desteğinin ihtiyacı var idi. XX asırının ilk yarısında böyle bir dış ve geçmişte sorunları olmayan müttefiği ararken Ankara Almanya’yı seçmişti, ama İkinci Dünya Savaşından sonra Almanya yerine ABD gelmiştir. 

 

Jeopolitik açısından bu durum, Türkiye’nin büyük (kıtasal ve imparatorluk) jeopolitikten küçük (pragmatik ve ancak somut bugünkü ihtiyaçlara dönük) jeopolitiğe geçmesi demektir. Türkiye’nin gerek şekil, gerekse de mühteviyat açısından atlantist blok olan NATO’ya girilmesi de türk tarihini oluşturan derin jeopolitik faktörlerine aykırı idi. Bu faktörler, başlıca olarak kıtasal ve avrasyalılık idiler. NATO ile ittifak, ulusal devlet şekli, askeri-demokratik layık rejimi ancak taktik problemleri halleder, ama büyük jeopolitik perspektifinin esası olamaz. Başka sözlerle söylesek, küçük değil, büyük jeopolitikte önemli bir oyuncu olmak için Türkiye ciddi olarak kendi tarihini gözden geçirmelidir, yeni perspektifleri belirtmelidir ve Ankara tarafından iştirak edilebilen büyük jeopolitik projelerine sahip olan sağlam ve sadık ortakları bulmalıdır.

 

Türkiye için Neo-Avrasyalılık projesi

 

Şüphesizdir, Rus jeopolitikçi olarak ben, tavsiyeleri vererek ve teklif olan jeopolitik projelerinin takdirlerini yaparak tarafgirlik ediyorum. Bütün teklif ettiğim projeler, avrasyalılık projeleridir, çünkü Rus medeniyetinin jeopolitik özü asıl avrasyalılıktır. Uzay felsefesi açısından Rusya asıl Avrasya’dır. Medeniyetler ve jeopolitik kavramları olarak Rusya ile Avrasya eşanlamlı kelimelerdir. İngiliz-saksonya dünyası objektif olarak Dünya Adası olduğu gibi, “heartland” topraklarına sahip olan Rusya’nın derin özü konusunda da hiç şüpheler yoktur: Rusya ya ulu kıtasal avrasyalılık gücü olacak, ya zaten olmayacaktır. Rusya’nın jeopolitik aynılığı, “kara eşkiya” içtepisi esasında, Islav unsurunun ve Cengiz-Han imparatorluğuna ait türk-moğol unsurlarının ittifağı temelinde durmaktadır. Bu gerçek rus bilginler-avrasyalılıkçılar (N.S.Trubetskoy, P.N.Savitskiy, N.N.Alekseyev, P.S.Suvçinskiy, L.N.Gumilöv) tarafından detaylı olarak incelenmiştir ve sistematize edilmiştir. Bu sebeplerden dolayı Türkiye içinde de benim için en ilginç olan asıl avrasyalılık eğilimleridir. Avrasyalılık bazında ancak geçici karşılıklı menfaatlerinin sağlanması değil, Kafkasya ve Karadeniz bölgesinde asırlar boyunca süren Rusya ile Türkiye karşı karşıya durulmasına son verilmesi mümkün olacaktır. Aynı zamanda avrasyalılık esasında bütün kıta için stratejik reorganizasyonunu öngören yeni çok kutup projesi teklif edilebilir.

 

Devlet-ulus ve NATO üyesi olarak Türkiye avrasyalılık projesine uygun olmayan bir kuruluştur. Bu tür Türkiye ile Rusya arasında jeopolitik çelişkileri müşterek ilgilerden çok daha fazladır. Gerçekçi olup durumu aklıselimle değerlendirsek, Ankara tarafından çeçen bölücülerinin belirli bir desteği, eski türk-ermeni çelişkiler, Bakü’de Moskova aleyhine eğilimlerin desteklenmesi, Bakü-Ceyhan petrol boru hattının kurulmasıyla ilgili bütün konular, açık olarak atlantist ve anti-avrasyalılık stratejisi doğrultusundadır. Bu durumlar Rusya’yı geleneksel cevapların verilmesine, yani İran’la bağların takviye edilmesine, ermenilerin desteklenmesine, Kıbrıs sorununda yunanların desteklenmesine (kürt asilerine ve islam ananecilerine karşı olumlu davranışlarına kadar) kışkırtıyor. Ama bütün bunlar zaten taktik seviyesine aittir. Neo-Avrasyalılık projesi bambaşka bir şey teklif etmektedir.

 

Neo-Avrasyalılık çağdaş durumların genel olarak değerlendirilmesini ve anlamasını teklif eder: biz tek kutuplu dünya eşiğindeyiz. Bu dünya, ingiliz-saksonya siyasi, ekonomik ve dini değerlerin egemenliği sağlanan ve direk amerikan kontrolü altında bulunan global atlantist imparatorluğudur. Jeopolitik açısından, bugün denizin global zaferi ve karanın global yenilgisi sözkonusudur. Bu demektir ki, ancak karasal devletlerin stratejik ve siyasi ilgileri değil, mondialist uydurma mass-culture sınırlarında sığınmayan bütün anane değerlerinin ve normlarının sistemi “Yeni Dünya Düzeni”ne kurban gidecek. Bugün kimse tek başına galip olamayacak: milletler ve dinler kimin değerleri daha iyi ve doğru diye tartışılırken dünya globalizasyonunun silindiri milletlerin, ırkların, dinlerin ve kültürlerin bütün farklılıkları ve çeşitlilikleri “birleşik insanlık” asfaltına ezmektedir. Bu süreçte hem ABD ile gönüllü olarak işbirliği kuranlar, hem de gelen dünya diktatörlüğüne karşı ayaklanmaya cesaret edenler aynı derecede kaybedecekler.

Kendi özelliğini korumak için biz, az önce rakibimiz ve düşmanımız olanlarla bile ciddi jeopolitik ittifağı kurmalıyız.

 

Dolayısıyla, bizi gerçekten biribirimize yaklaştırabilenleri aramak zorundayız. Yukarıda artık gösterdim ki, Türkiye’nin jeopolitik temelini asıl avrasyalılıkta aramak gerekiyor. Bu artık bir şeydir. Bu durum, rus-türk ilişkilerinde yeni sayfa açmamıza imkan sağlamaktadır. Ancak hayalleri kurmıyalım: bu sayfayı yazmak kolay olmayacak. Rusların ile türklerin nispi uyuşmazlığı da bizim tarihlerimizin önemli bir kısmıdır. Ama amerikan merkezi olan “Yeni Dünya Düzeni” tarafından gelen tehdidin ciddiyeti bu etapın en kısa zamanda geçilmesi için bizi teşvik etmelidir.

 

Ulu rus felsefeci Konstantin Leontyev daha XIX yüzyılının sonunda dedi ki, Rusya ile Türkiye kaderleri biribirine bağlı olacak. O, Rusya ve Osmanlı İmparatorluklarında çok müşterek çizgileri buluyordu. Türklere olumlu bir görüş, ancak Leontyev’e değil, Trubetskoy’dan Gumilöv’e kadar bütün rus avrasyalılıkçılara özgü idi. Biz, ıslavlar olarak, kardeş türk milletlerinden gelen imparatorluk kurma içtepisinin kıymetine değer vererek, onlar için dostluk elini uzatmağa hazırız. Avrasya koskocadır. Avrasya enginlikleri hepimiz için yetecek. Ama XXI asırı “amerikan asırı” olacaksa, biz, bizim ortak Anavatanımızı kaybedebiliriz. Bu asır “amerikan asırı” olursa, Avrasya ölecek. Jeopolitik ana kanunu uyarınca deniz medeniyeti olan atlantizm, kara medeniyeti olan avrasyalılığa uyuşmaz bir düşmandır.

 

Moskova, 17.01.2002